Gündem

Enver Ağabeysiz 10 yıl geride kaldı... Hayat hayaldir düsturuyla yaşadı

Örnek avlu tarzı, kurduğu müesseseler, kültürümüze hizmetleri ve faydalı işleriyle bu dünyadan birlikte iri insanoğlu geçti: Enver Ören… O birlikte işveren değil, her insanın ağabeyiydi. Onun “Hayat hayaldir” düsturuyla yaşamış olduğu ömür ise Prof. Dr. Ekrem Buğra Ek

Enver Ağabeysiz 10 yıl geride kaldı... Hayat hayaldir düsturuyla yaşadı
22-02-2023 09:09

Gazeteci, iş adamı, hars adamı ve kıstak insanı… Bundan 10 yıl civar dargın borda bordaya önemsiz ay akşamı aramızdan ayrılan Enver Ören, bunlar üzere dayanıklı baş döndürücü sıfatı taşıyordu fakat ihtimal de ona en yakışanı sonuncusuydu… Merhum Ören, bu nedenle kendisini tanıdıkları bulunan ve sevenlerce her daim “Enver Abi” şekilde anıldı… O, kalıp şahsiyetinin indinde Türkiye gazetesinin temellerini atıp ayrımlı kurumlarla borda bordaya kesimin iri ideallerini yaşama geçirdi.

Kurucumuz Enver Ören'in mücadelelerle mahmul avlu hikâyesi ise civar el borda bordaya biyografik kitapla okuyucuya sunuldu. Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci'nin kaleme almış yer aldığı “Hayat Hayaldir: Enver Ören” isimli sanlı eser, İhlâs Vakfı Yayınları çeşidinden ölüm yıl dönümünde neşredildi.

Kitapta, rahmetli Ören'in Ege'nin borda bordaya nahiyesinde sabık çocukluğu, Kuleli Askerî Lisesi'ndeki mülevven yetişek hayatı, dünyasını muhavvil dönüm noktaları, seyahatleri, hars hizmetleri, dostlukları, hususi hayatına değgin detaylar ve iş dünyasında yaşadıkları arazi arsa özlük ifadeleriyle baş başa anlatılıyor.

Merhum Enver Ören'in çocukluğu Denizli'nin Honaz ilçesinde geçti...

ÖRNEK HAYAT
İhlas Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Mücahid Ören'in “Bilhassa güre arkadaşlarıma, babam Enver Ağabey'in kalıp yaşamını okumalarını referans ederim” notunun arazi almış yer aldığı kitabın doğrudan başlangıcında Prof. Dr. Ekinci, depar belgesi noktalarını “Yıllar civar İhlas Holding dümen yerleşmiş başkanlığında müşavirlik yaparken, bana işaret okutup uymak rahmetli Enver Bey'in âdetiydi. Bir defasında ünlü borda bordaya iş adamının hatıraları vesilesiyle, ‘Efendim baş döndürücü mülevven borda bordaya hayatınız var. Siz de hatıralarınızı yazmayı düşünmez misiniz?' niteleyerek bildirme ettim. Güldü. ‘Ben uğraşamam anca şeylerle” dedi. ‘Efendim elhak uğraşmayacaksınız. Siz anlatırsınız, tığ yazarız' dedim. ‘O devir olur. Ben nereye gidersem oraya gel. Ben anlatayım, sen yazarsın' dedi...” ifadeleriyle anlatıyor.

Prof. Ekinci'nin Enver Ağabey'le ayrımlı senelerde buluşarak almış yer aldığı notlar, tanıyanlarının naklettikleri ile muhtelif döküman ve vesaik ışığında hazırladığı eser, hem beğeniyle okunacak anılar bununla birlikte avlu rehberi olabilecek satırlar barındırıyor. Herkesin gözü uğrunda bulunmuş yer aldığı hâlde, ile alakalı bilgi az bulunan rahmetli Enver Ören'in yaşadıkları, eserde “Hayat hayaldir” ifadesiyle fezleke ediliyor. 74 yıllık koskoca yaşamın portresi, borda bordaya dönemin siyaset, iletişim araçları ve iş hayatına da gözgü tutuyor…

ÇOCUKKEN BİLE ÖRNEK İNSANDI
Enver Ören'in ülkücü karakterinin kökenlerini idrak kılmak düşüncesince eserde çocukluğuna değgin körpe anılar var. Babası Nazif Bey'in tinsel telkinler ve iyi ahlâkla yetiştirdiği Ören, elan önemsiz yaşlardayken cami cemaatini kaçırmıyor, minareye çıkıp ezanlar okuyor. Hâliyle elan o devir büyüklerine ayrım etkileme ediyordu. Mesela rahmetli Ören, özlük ifadeleriyle şu hatırasını anlatıyor: 10-11 yaşlarında idim. Bir defasında bahçenin kenarında geceleyin ezanı namazını kılıyordum. Kasabada Süleyman isminde bir tanesi vardı. Günlerini içerek geçirirdi. Alacakaranlıkta salat kılan birisini görür görmez şaşırmış. 5-6 aşama ileride oturmuş. Namazı bitirdim, esenleme verdim. “Oğlum Allah senden şu namazı kem etmesin. Bak ego bu yaşta ne hâldeyim” dedi. Sonra kafasını sallayarak uzaklaştı. Tanıdıklarına, “Bu bebek beni harap etti” demiş ve içkiye tövbe etmiş...

Enver Bey'in üstünde civar iz bırakan şahsiyet, babası oluyor. Kendisi onun borda bordaya rüyasını şöyleki dile getiriyor: “Benim popülasyon cüzdanımın arkasına babam şöyleki yazmış: “Oğlum bu memleketin aydın kişiye gereksinimi var. Benden sonraları sana kıraat diyecekler. Fakat sen borda bordaya üniversiteyi bitireceksin. Çünkü ego bunun rüyasını gördüm. Eğer bitirmezsen sana hakkım yasak olsun” dedi. Rüyanın ne işe yaradığını anlatmadı. Hatta ölüm ederken annem, “Beyefendi, neydi o rüya?” niteleyerek sormuş. Babam da, “Sorma, çocuğun işi bozulmasın” demiş.

KISIK IŞIKTA KUR'ÂN-I KERİM…

O yıllarda Türkiye'deki dindarların üstünde karaca bulutlar vardı. Nitekim Enver Ören, o “karanlığı” şöyleki anlatıyor: 1940'lı senelerdi… İnsanlar ve kült üstünde edisyon fazlaydı. Ben baş döndürücü küçüktüm. Babam, evde Kur'ân-ı Kerim okurken, haricen gümrük kolcusu görmesin, bir tanesi hoşnutsuzluk etmesin niteleyerek perdeleri kapatır, lambaları kısardı. Bekçi düdüğünü işitince, huzursuz olurdu. 1950 yılında Demokrat Parti ile baş başa memlekette borda bordaya neşe havası meydana geldi.

HÜNGÜR HÜNGÜR AĞLARDIK
14 yaşlarında yetim küsurat Ören, hasta okuyabilmek düşüncesince Kuleli Askerî Lisesi'ne gidiyor. Orada evvela eksiksiz dünyasını değiştirecek, sonraları kayınpederi olacak kimya hocası Hüseyin Hilmi Işık Efendi ile tanışıyor. Etraflarında tinsel yönü çelimli borda bordaya muhip grubu da meydana geliyor. Eserde Ören'in Hüseyin Hilmi Efendi ile geçirdiği o civar eyyam “Hocamızın sohbetinde dünyayı unuturduk. Çıktığımızda, Allah Allah, evren var, evler var, otomobiller var, derdik. Mektebe gider, bu posta yatağa girmez, hüngür hüngür ağlardık” ifadeleriyle arazi buluyor.

LAKABI “ENVER BEY”Dİ
Bilhassa leyli mekteplerde hocaların ve talebelerin borda bordaya lakabı vardır. Kılık giysisine baş döndürücü ilgi etmiş yer aldığı düşüncesince onun sınıftaki lakabı ise“Enver Bey” oluyor. Hüseyin Hilmi Efendi ile tanıştıktan sonraları okumaya ilgiyi küsurat ve Osmanlıca eserleri arayan “Enver Bey”, bayağı Beyazıt Kitapçılar Çarşısını ev ediniyor. Bunu “Sahaflar çarşısında borda bordaya Muzaffer Özak vardı. Hepimiz onun abonesiydik. Hocamızda Osmanlıca borda bordaya işaret görsek yahut referans etmiş yer aldığı borda bordaya işaret olsa, sahaflarda arardık. En baş döndürücü da onun dükkânında bulurduk” ifadeleriyle anlatıyor.

“ÇİLELİ HAYATIM BÖYLE BAŞLADI”
Liseden sonraları İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi'ne kaydolan Enver Bey, askerî ortaöğretim tazminatını annesinin küpeleri, bilezikleri ile ödüyor ve “Çileli, serüvenli ve verecekli hayatım aha o güneş başladı. Hayatımı her daim fiilen yaşadım. Ömrüm uğraşmakla geçti” diyor. Üniversiteden sonraları fakültede asistanlığa başlamış bulunan Enver Ağabey'in bire borda bordaya anda üç dört iş meydana getirdiği vakitler da oluyor.

OSMANLI ÂŞIĞIYDI
Enver Bey, her daim Osmanlı sevgisiyle yaşıyor. 1967'de doktoraya başlayıp araştırı düşüncesince İtalya'nın Napoli şehrine gittiğinde, Sultan Abdülhamid'in sürgündeki eşlerinden Behice Sultan'la tanışıyor. Onun kapısını çalıp “Efendim, bendeniz namazını kılan, İslâm terbiyesi ve ahlâkı ile yetişen, Sultan Hamid Han hazretlerini baş döndürücü muhip borda bordaya Türk'üm. İstanbul'dan geldim. Burada olduğunuzu bilgi alınca içime sizinle tanışmak, dualarınıza buluşmak ateşi düştü” diyor. Behice Sultan'ın dudaklarından ise duvarları çınlatan “Elhamdülillah! Böyle güre borda bordaya Türk Müslüman evlâdını kıymetlendirmek baht oldu” lafları çıkıyor. Enver Bey onu kalın pıtrak görüşme yazar İstanbul'da da vefatına derece işlev ediyor. Sadece Behice Sultan'a değil, eksiksiz Osmanlı hanedan mensuplarına erbap çıkıyor; Osmanlılar karşı “Onlar olmasa idi, deminden ihtimal tığ olmazdık. İmanımızı, itikadımızı, vatanımızı onlara borçluyuz. Evlâda yapılan, babaya meydana getirilen demektir” diyor.

“GAZETENİN ARKASINDA KİM VAR?”
Enver Bey, 1970'te ceride düşüncesince doktorasının bitmesine aylar kaldığında asistanlıktan ayrılıyor. Ancak o zamanki adı Hakikat bulunan ve elan sonraları Türkiye markasına dönüşecek gazete, enine boyuna emekli koşullarda vücuda geliyor. Merhum Ören, o günleri “Matbaacı Mehmet Ali Türksever'e gittim. Bana ısrarla ‘Bu gazetenin peşinde ki var'diye sordu. Kimse bulunmayan dediysem de inanmadı. ‘Burada söyleyemem' dedim. ‘Gel ıssız borda bordaya yere gidelim' dedi. Başka borda bordaya odaya gittik. Kulağına eğildim. ‘Allah var' dedim. Şaşırdı” laflarıyla anlatıyor ve arttırma ediyor: Gazetenin bu hâle gelmesinde zahmet vardır, yaş vardır. Gazeteyi kurduğumuz devir iptidai paramız yoktu. Parasızlıktan Fatih'teki evden Cağaloğlu'ndan gazeteye derece piyon giderdim… Nereden nereye geldik. Allah bu günleri gösterdi.

Zamanla Türkiye gazetesi, basında hâlâ kırılamayan yumruk sayısı rekorunun sahibi oluyor; tarihler 10 Aralık 1989'u gösterdiğinde ceride satı rakamı 1 milyon 424 bin 350'yi görüyor. Zamanla gazetenin indinde TGRT ve İhlas Haber Ajansı ile dayanıklı baş döndürücü sahada ticari çalışkanlık yayınlayan kuruşlar meydana geliyor. Öyle ki 1970 yılında yalnızca dü personelle başlamış bulunan faaliyet; 1992 yılında 2500, 1994 yılında 7500 ve 1997'de 29 bin personele ulaşıyor. Düşman almayı değil, muhip kazanmayı duyuş edinen Enver Ağabey, muvaffakiyetinin sırlarını ise “Annemin baş döndürücü duasını aldım. Hayatta muvaffakiyetimin sırrı, ana ve ata duası almaktır” niteleyerek fezleke ediyor.

Ören, seneler sonraları gazeteci Olcay Yazıcı ile meydana getirdiği borda bordaya röportajda ise “Ümitsizliğe düştünüz mü?” sorusuna “Gazetecilik baş döndürücü emekli borda bordaya meslek. Uzun seneler müzayaka ve kadrosuzluktan baş döndürücü sıkıldım. Ancak en emekli anlarımızda Cenab-ı Hak imdadımıza yetişti. En olmadık hâllerde ayrım tevekkül ve teslimiyetim yardımıyla gayretlerim on paralık sarsılmadı. İnanç sahibi peyda kılmak eksiksiz güzelliklerin kaynağıdır” yanıtını veriyor.

DARBECİLERLE BAŞ BAŞA
Ancak 1994'te yaşanmış bulunan konuşu buhran ve 28 Şubat 1997'deki postmodern darbeyle İhlas Holding emekli hale düşüyor. Darbe vesilesiyle, askerlerin “Yeşil Sermaye”ye istek etmiş yer aldığı İhlas Holding düşüncesince baskılar yapılıyor. Enver Bey, gayrı iletişim araçları patronları üzere Çevik Bir ve darbenin başka mimarları tarafından, Ankara'da saatlerce sorguya çekiliyor. O sorgu, eserde özlük cümleleriyle şöyleki arazi buluyor: Bu meydana getirilen şeyler cemiyette kaosa minval açar, dem dökülebilir, diyecek oldum. Biz bu uğurda iptidai altı milyon bireyin ölümünü hücre aldık, demesin mi? Bunun üstüne İslamcılarla mutekit Müslümanları birbirine karıştırdıklarını ve mutekit Müslümanları incittiklerini söyledim. Mütedeyyin kelimesini mahsus ki on paralık duymamışlar. İkisi arasındaki ayırt nelerdir niteleyerek sordular. Birinin gözü mezarda, ötekinin gözü Ankara'dadır, dedim.

Darbeci askerler, ceride ve televizyondaki dinsel programların kaldırılmasını uyarma edince Enver Bey, bu sıkkın devirde ayakta kalabilmek düşüncesince sureta de olsa borda bordaya çizik değişikliğini vazgeçilmez görüyor. Bu gidiş eserde arazi buluyor; Ören, TGRT'nin bu hâlini soran Recai Kutan'a ise “Ben TGRT'yi askerlere hasta sattım!” itirafında bulunuyor.

BÜYÜK BİR MANEVİ MİRAS BIRAKTI
Ömrünün sonuç yıllarında kendini 28 Şubat zamanında “kara listeye” alınıp batırılan İhlas Finans'ın borcunu ödemeye adayan Enver Ören, ciddi hastalıklarla senelerce savaşım ettikten sonraları takvimler 22 Şubat 2013'ü gösterirken ölüm ediyor… Ardında iri borda bordaya tinsel kalıt bırakarak sevdiklerine kavuşuyor…

"SARAY" GİBİ EV!
Enver Bey senelerce Hüseyin Hilmi Efendi ile Fatih'teki evde bu arada yaşıyor. O ortamı ise şu laflarla anlatıyor: Çekirdek borda bordaya Osmanlı karı hayatı, Osmanlı terbiyesi vardı. Saraydaki en iri unsur, edep ve edeptir. Orada efendimsiz katiyen konuşulmaz, hürmette en önemsiz borda bordaya ayıp onama edilemez. Sarayda ne ise Hocamızın evinde de değiştirmeden anca idi. Tertip, düzen, duraç dışına çıkılmazdı, her insanın evindeki noktayı belliydi...

ŞEHRİ TERK ETMEK YOK
Yazarımız Hikmet Köksal anlatıyor: 13 Mart 1992 haset Erzincan hararetli borda bordaya depremle sarsıldı. 653 can öldü, baş döndürücü sayıda insanoğlu yaralandı. Teravih kıldığımız önemsiz mescitten kesinlikle çıktığımızı ve evlere koştuğumuzu hâlâ hatırlarım. Depremden sonraları gazeteden aradılar; “Ağabey, ayrıca kal… Enver Ağabey'e bağlıyorum.”

Enver Ağabey'e “Efendim Erzincan yıkıldı” dediğimde, avunan donör sözlerinin görünürde küsurat “Yaktın beni” lafı levent boylu ömürlü borda bordaya sevginin tamamını muhasır dü lafız oldu. O geceden ahir güneş dağıtma bürosunda toplandık. 2 bine yaklaşan ceride abonemiz vardı. Her yan yıkılınca gazeteler görünürde kaldı. Biz de gazeteleri dağıttık. Sonra abonelerimizi borda bordaya pare hiçbir çadırlarında görüşme ettik. İkinci haftaya girerken halkın iri bölümü muhaceret etmiş, civar günlerin karmaşası yerini yalnızlığa bırakmıştı. Üçüncü hafta biterken de Enver Ağabey depremden çıkan arkadaşları İstanbul'a çağırma etti. Sözleri lafız söz aklımda: “Erzincan'ı ayrılma kılmak yok, Erzincan kaledir. Abone sayısı 5'e düşse ayrım ceride dağıtma hizmeti bitmeme edecek.” İlerleyen devirde sürdürümcü üç bin haddini aştı.

DEĞİRMENİN SUYU NEREDEN?
Kayseri'den borda bordaya iş kadını heyeti Hindistan'a gidiyor ve Nizameddin Evliya hazretlerinin kabrini de görüşme ediyor. Yüzlerce fakir... Ellerinde tas, hepsine yemekler veriliyor... Bir iş kadını sebebini sorunca namına “Nizameddin Evliya hazretleri, vasiyetname etti ki, tekkem açıkça yer aldığı müddetçe fakirlere geceleyin ezanı yemeği verilsin. Bu aybaşı 700 yıldır bitmeme ediyor” deniliyor. İş adamı “Peki fakat değirmenin suyu nereden geliyor?” niteleyerek sorunca şu yanıtı alıyor: Siz Türkiye'den geliyorsunuz. Enver Ören niteleyerek birisini tanımıyor musunuz? Ona sorun, değirmenin suyunun nereden geldiğini. Her ay bizlere servet gönderiyor…

KALPTEN KONUŞUYOR
Enver Bey'in Sakıp Sabancı ile tanışmasının özlük dilinden ilginç borda bordaya hikâyesi var... “1980'lerde gazetenin reklam müdürü Fahreddin Tacer ile bu arada Sakıp Sabancı'ya gittik. Bize 15 dakika lütfen termin verdiler. Kendimizi sunma ettik. ‘Ne istiyorsunuz?' niteleyerek sordu. Biz sizden borda bordaya obje istemeye gelmedik; işaret özgülemek düşüncesince geldik. Dinimizde zenginliğinden çevre borda bordaya kimsenin uğrunda eğilenin, dininin üçte ikisi gider' dedik. Çok şaşırdı. Sonra müsaade istedik. ‘Dur, dur borda bordaya dakika' dedi. Tam 45 dakika görüştük. Sekreter gayrı randevuları hatırlatıyordu. ‘Git git. Herkes benden borda bordaya obje istiyor. Bir pare erkeğe rastladım, kusursuz burasından konuşuyor' dedi ve kalbini gösterdi… Ahbap olduk.”

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?